SELAMLIK DERGİSİ 2. SAYISI TESLİMİYETİN İRRASYONELİTESİ
TESLİMİYETİN
İRRASYONELİTESİ
Varoluşçu
düşüncenin en önemli yazarlarından biri sayılan, Soren Kierkegaard’ın Korku ve Titreme’si, Hz. İbrahim’in oğlu
İshak’ı kurban etmesi olayından hareketle iman ile akıl arasındaki ilişkiyi tüm
çarpıcı yönleri ile ele almaktadır. Hz. İbrahim ekseninde başlayan kitapta
yazarın üzerinde durmak istediği meseleye bakacak olursak, kitabın salt
teolojik bir konuyu verme gayretinden çok daha fazla noktalara eğildiğine şahit
oluruz. Her şeyden önce yazar, Tanrı’nın sevgili kulu Hz. İbrahim’in biricik
oğluna kavuşmasının ardından ilahi bir buyruk ile oğlunu kurban etmesini
buyuran Tanrı’ya karşı göstermiş olduğu teslimiyeti ele alır. İbrahim’in burada
göstermiş olduğu teslimiyeti, yazar yüce bir tavır olarak kabul eder. Zira
biyolojik olarak baba olması mümkün değilken Tanrı’nın ona bir oğul bahşetmesiyle
sevinen Hz. İbrahim, şimdi en çok arzu duyduğu şeyle yani oğluyla sınanmaya
tabi tutulmuştur. Yazar, Hz. İbrahim’in bu sınav karşısında göstermiş olduğu
tavrı neticesinde ondan “inanç şövalyesi” olarak bahsetmektedir. Öte yandan Hz.
İbrahim’in, Tanrı tarafından seçilmiş olmasını, Tanrı’ya duyduğu büyük iman, sevgi ve teslimiyete
bağlar.
Kitap
sekiz bölümden oluşmaktadır; iman ve akıl ilişkisini Hz. İbrahim’in öyküsünden
hareketle ayrı ayrı başlıklar üzerinden incelemektedir. İlkin, Hz. İbrahim’in
oğlunu Moriah dağına götürüşü ile imanının sorgulanma aşamasını ele alır.
Psikolojik betimlemeler oldukça güçlü bir şekilde yerleştirilmiştir. İbrahim’in
Tanrı’ya duyduğu sevgi ve biricik oğlunu kaybetme korkusu nihayetinde onu iman
noktasına sevk etmiştir. İnanmayı, yalnızca Tanrısal olana inanmak ile
sınırlandırmayan Kierkegaard için inanma, Tanrı için iradi olarak tam bir
teslimiyete sahip olmaktır. İmanın kararlı bir teslimiyet göstergesi sunması
ile Hz. İbrahim, toplumsal değerlere karşı radikal bir tavır geliştirmiş
olmaktadır. Hiç kuşkusuz kitapta, iman kavramı üzerinde oldukça fazla durulmaktadır.
Bunun yanı sıra yazar, iman ve bunun paradoksallığı meselesini güçlü bir
biçimde ele almayı ihmal etmemiştir.
Ahlakın
teleolojik olarak askıya alınıp alınamayacağı ile ilgili bölümde vurgulanmak
istenen, Hz. İbrahim’in öyküsünden hareketle ahlaksal eylemlerin ilahi bir
buyruk yahut tanrısal bir istem karşısında durumunun ne olacağına ilişkindir.
Zira ahlaksal çerçeveyi düşündüğümüzde bir babanın oğlunun canına kıyması
ahlaki olmayan bir edim olarak görülecektir. Öte yandan iman noktasından
bakıldığında tanrısal buyruk karşısında gösterilen teslimiyet Hz. İbrahim’i
oğluna kavuşturmuştur. Kierkegaard her iki durumu değerlendirdiğinde Hz. İbrahim’in
bir katil değil iman şövalyesi olduğu fikrini yineler.
Bizim
Tanrı’ya karşı görevimiz var mıdır? Elbette Kierkegaard’a göre bu sorunun
cevabı, bunun bizim görevimiz olduğudur. Yaşamımız boyunca görevlerimiz
olmuştur; bir işe karşı, bir kişiye karşı, kendimize karşı. Kierkegaard’a göre,
yapmamız gereken şey görevlerimizi Tanrı ile ilişkilendirmektir. Görevimizi
sevmek bir anlamda Tanrı’yı sevmemize olanak sağlayacaktır.
İman
ve akıl nosyonları arasındaki ilişkiyi eserde sıklıkla vurgulayan Kierkegaard,
imanın insan için ne denli önemli olduğunun altını bir kez daha çizer. İman,
insan için bir tutkudur. Bu tutku zaman zaman kişiyi aklı ile karşı karşıya
getirebilir. Kierkegaard’ın anlatmaya çalıştığı şey iman ya da aklın
birbirinden üstün olup olmadığı ya da bir seçim yapılacaksa iman ya da aklın
seçilmesi gerekliliği hususunda yargıya varmak değildir. Asıl amaç, inancın salt akılla açıklanmaya
çalışılması girişiminin doğru bir tavır olup olmayacağı yönündeki sorulara
yanıt aramaktır. Bu amaç doğrultusunda yazarın bilinçli bir şekilde Hz. İbrahim’in
öyküsü ile inancın irrasyonel yönüne dikkat çektiği ortadadır. Nitekim Hz. İbrahim’in
öyküsündeki teslimiyeti salt akılla açıklamaya çalışmak Kierkegaard’ a göre doğru
bir tavır olarak karşılık bulmaz. Akıl ve inanç her ikisi de son derece önemli
kavramlardır. Birini alırken diğerini atmak söz konusu olmayacağı gibi birini
diğerine üstün kılma çabasında da bulunmamaktadır.
Ezcümle
Kierkegaard’ın Korku ve Titreme’si,
iman ve akıl ilişkisini koşulsuz bir teslimiyete varan Hz. İbrahim’in öyküsünden
hareketle ele almasının yanında sevgi ve korku duygularını da iman çerçevesinde
müthiş bir ustalıkla işler. İçimizde cevap aramaya çalıştığımız ince noktaları
soru olarak karşımıza çıkaran bu kitapla okuyucu kendi iç sesindeki sorulara da
denk gelecektir.
Felsefi konularla dışarıdan ilgilenen biri olarak kitabın odaklanılması gereken temasının farkındayım. İman, akıl, sevgi, korku, ahlak gibi kavramların arasındaki çetrefilli (ya da öyle zannedilen) ilişki... Sadece görünüşte yüzeysel bir düzeltme yapılabilir: Hz. İbrahim'in oğlunu kurban etme kıssasındaki oğul İshak değil diye biliyorum. Saffet suresi 102. ayet ve Meryem suresi 54. ayet birlikte değerlendirildiğinde kurban edilmeye muhatap olan oğulun İsmail olduğu, hatta İbrahim'in bu konudaki teslimiyetinin de İshak ile ödüllendirildiği anlaşılıyor.
YanıtlaSil