TÜRKİYE YAZARLAR BİRLİĞİ KİTAP TANITIM YAZISI - WEİLCİ BİR KAVRAYIŞ: SÖZCÜKLERİN HAKİKATİ
WEİLCİ
BİR KAVRAYIŞ: SÖZCÜKLERİN HAKİKATİ
Fransız
filozof Simone Weil’in Vakıfbank Kültür Yayınlarından Murat Erşen’in çevirisi
ile çıkan Kişi ve Kutsal’ı hak,
adalet, iyi, kötü, kişi ve kutsal gibi kavramların alışılagelmiş kullanımı
dışında yorumlanması ile dikkat çekerken modern insanın kişilik algısına karşı da
bir eleştiri sunar. Weil’in ülkesi Fransa’nın Nazi işgali altında iken yazmış
olduğu bu eser özellikle Avrupa toplumlarında sürmekte olan baskı ve iç savaş
ortamının yaratmış olduğu gerilime odaklanırken siyaset ve etik ilişkisi
çerçevesinde bir değerlendirme sunmaktadır. Hiç kuşkusuz Weil’in dönemin
Avrupa’sının konjonktürü karşısında duyduğu kaygı onu derin bir muhakemeye sevk
etmiştir. Dolayısıyla bu muhakeme Weil’in düşüncesinin temelinde yatan şey olan,
kavramların gücüne olan inancın şekillenmesine kaynaklık etmiştir. Ona göre kavramlar
sahip oldukları anlamların dışında bizim tasavvur edemediğimiz bir gizem ve
güce sahiptir. Bu gücü örten bizim kavramlara atfetmiş olduğumuz
adlandırmalardır. Weil’in eleştiri yapılan bu adlandırmalara ilişkindir.
İlkin
kişilik kavramını irdeleyen Weil’e göre insanda varolan değerleri yansıtan
kişilik kavramı ile insanın kendi özü arasındaki ilişki kutsallık kavramı
bağlamında dikkatli konumlandırılmalıdır. Zira Weil’in “ Her insanda kutsal bir
şey vardır. Ama bu onun kişiliği değildir. İnsani kişilik de değildir. Kutsal
olan çok basitçe kendisidir, insandır.” ifadesinden de hareketle böylesi bir
yargının zemininde kişilik kavramına değil insana atfedilen bir kutsallaştırma
yatmaktadır. Burada her ne kadar insan ve kişilik kavramı arasında sıkı bir bağ
bulunsa da kutsalın asıl muhatabı insanın kendisidir. Nitekim insan kişiselliği
aşıp ruhunda duyduğu iyilik ve çaba ile kutsaldan pay almış olmaktadır. Çünkü
Weil’e göre kutsalın kaynağı iyiliktir. İyilik gibi öyle sözcükler vardır ki bu
sözcükler insanı aydınlatan ve onu hakikate yöneltme potansiyelini içerisinde
barındıran mutlak bir güce sahiptirler. Tıpkı iyilik gibi Tanrı ve hakikat
sözcükleri de bilinçli bir kavrayışla kullanıldığında insanın özüne tesir
edecek bir aydınlatmaya sahiptirler. Söz konusu sözcüklerin gücü herhangi bir
davranış ya da anlayışa bağlı olarak ortaya çıkmaz, bizzat kendilerinde
bulunur. Bu noktada dikkatle üzerinde durmamız gereken husus böylesi sözcüklerin
kullanımının tehlikeli olduğunun bilincinde olmaktır. Weil’e göre sözcüklere
sınırlamalar çizmeden salt kendi anlamlarının fikirlerimize ve edimlerimize
yansımasını beklemek daha doğru bir tavır olarak kabul edilecektir. Bunun için öncelikli olarak kişinin “ben” ve
“biz” ayrımını sağlam bir analiz sürecine tabi tutarak idrak etmesi
gerekebilir. Kutsaldan pay almak ne tamamiyle kişisel olanla ne de kolektif
olanla alakalıdır. Bizdeki ben yahut kişisellik dediğimiz şey bir anlamda
insanın eksikliğini yanılgı noktasını işaret eder. Bu sebeple Batı mistisizmi ile İslam
tasavvufu geleneğinde yer eden “ben” in insani tekâmül bağlamında yok edilmesi düşüncesi
öne çıkacaktır.
Öte yandan bu süreçte de yalnızlık kavramına vurgu
yapan Weil için kutsalın fark edilmesi noktasında yalnızlığın önemli bir basamak
olarak kabul edilebileceğinden bahseder. Ancak yalnızlık yalnızca fiziksel
değil aynı zamanda ahlaki yalnızlık olarak da gerçekleştirilebildiği takdirde bizim
kutsalla aramızdaki ilişkiye katkı sağlayabilecektir.
Weil ilk bölümde
sözcükler üzerinden bir değerlendirme sunmaya çalışırken, ‘İnsana Karşı
Yükümlülüklerin Beyanı Üzerine İnceleme’ isimli ikinci bölümde sözcük, insan ve
evren arasındaki etkileşimi vurgulamak amacıyla varolan bir gerçeklik alanı
olarak sözcüklerin bu dünyada icra edilmesi meselesine değinir. İnsanın
kendisinde potansiyel olarak bulundurduğu iyilik gibi pek çok kavram da ancak
onu açığa çıkaran, sözcüğü gerçeklik alanına taşıyacak bir icra ile bütünlük
kazanır. Dolayısıyla sözcüğü gerçeklik alanına taşıyacak bilinç sahibi olan
insan ile sözcük arasında bir bağ vardır. Bu bağ kutsalın kaynağı olan iyiden
bir parça olarak insana sirayet eder. Öte yandan Weil’in insanın
yükümlülüklerini ve ihtiyaçlarını kavramaya yönelik soruşturmasında karşımıza
çıkan nokta, hem beden hemde ruhun ihtiyaçlarının kutsallığına olan
vurgudur. Bu anlamda insanın düalist
yönüyle ilgili olarak beden ve ruhun ihtiyaçlarını karşılamak bir yükümlülük
olarak ifade edilebilir. Açlık ve susuzluk çeken bedenin ihtiyaçları
karşılanmadığında alacağı durum ne denli vahim ise ihtiyaçları karşılanmamış
bir ruhun da durumu sakatlanmış bir bedenden farksızdır. Bu sebeple de ruhun
ihtiyacı olan özgürlük, mülkiyet, gönüllü itaat, güven ve sevgi gibi sözcükler sosyal
yapı içerisinde karşılanmaya elverişli şekilde yer etmelidir. Nihayetinde
Weil’in kanımca sözcüklerin hakikatine ve gücüne duyulan bir farkındalıktan
hareketle insan ruhu ve bedeni arasındaki ilişkiyi de gözler önüne sererek
yapmış olduğu değerlendirme çok yönlü bir bakış açısına sahip olması bakımından
önemli addedilebilir.
Yorumlar
Yorum Gönder