EK DERGİ DELEUZE'ÜN FÖTRÜ: DELEUZE VE ANTİK FELSEFE
Deleuze’ün Fötrü: Deleuze ve Antik Felsefe
Deleuze’ün kendi felsefesindeki Platonculuk ile olan ilişkisi ve yeri oldukça belirgindir. Ancak bunun haricinde görece ihmal edilmiş olan başka bir nokta daha vardır ki o da Deleuze’ün Antik Felsefe ile olan bağıdır.
Postyapısalcı
felsefenin kilit aktörlerinden biri olan Deleuze’ün felsefi kariyeri Batı
felsefe geleneğinin bir “temsil metafiziği” olduğu kabulünden hareketle eleştirel
bir düşünsel tavrın gelişimine kaynaklık etmiştir. Deleuze 1968 yılında
yayımlanan Fark ve Tekrar (Difference and
Repetition) kitabında modern felsefenin görevine ilişkin gerçekleştirdiği
tanımlamada Nietzsche’den miras aldığı “Platonculuğun ters çevrilmesi” söylemine
yer verir. Burada Deleuze’ün en temel kaygısı Platonculuğun varlık ve hakikat
kavrayışında aşkınsallığı gündeme getirmesi ile birlikte özdeşliği ve
evrenselliği vurgulayan, bunun yerine farkı ve çoğulluğu yadsıyan bir düzleme
sahip olmasıdır. Dolayısıyla Deleuze kendi felsefesini özdeşliği değil farkı ve
oluşu olumlayan anti-Platoncu bir çizgi bağlamında inşa eder.
Fark
edildiği üzere, Deleuze’ün kendi felsefesindeki Platonculuk ile olan ilişkisi
ve yeri oldukça belirgindir. Ancak bunun haricinde ihmal edilmiş olan başka bir
nokta daha vardır ki o da Deleuze’ün Antik felsefe ile olan ilişkisidir. Bu
noktada Deleuze ve Antik Felsefe Parmenides,
Epikuros, Lucretius, Plotinos, Aristoteles ve Stoa felsefelerine dair ele
aldığı seçkin makalelerle söz konusu bu ilişkiyi açığa çıkarıcı bir izleğe sahiptir.
Aynı zamanda John Sellars, Daniel W. Smith, Michael
Bennett gibi önemli Deleuze yorumcuların yer aldığı derleme Deleuze’ün teklif
ettiği felsefi tavrın kökenlerine inmeyi amaçlıyor.
John
Sellars 2007 yılında yayımlanan “Gilles Deleuze ve Felsefe Tarihi” başlıklı
makalesinde Deleuze için “felsefe tarihi okumak müzikal bir performansa benzer”
ifadesine yer verir. Felsefi metinlerin doğasından hareketle ortaya koyulan bu
saptama hiç kuşkusuz “yaratıcı bir ilişkiye” dikkat çekmektedir. Yazıya dökülen
bestelerin bir sanatçı tarafından icra edilmesi, sanatçının kendisi tarafından
yapılan katkıyı zorunlu olarak doğuracaktır. Böylelikle yazıya dökülen beste
ile sanatçı tarafından icra edilen beste asla aynı olmayacaktır. Deleuze’ün
Spinoza okumasının ardından ele aldığı eser için de benzer durumdan söz
edilebilir. Ortaya çıkan eser artık saf/katışıksız bir Deleuze metni olmayıp melez
bir Deleuze-Spinoza metni olarak nitelendirilmelidir.
Öte
yandan 20. yüzyıl Fransız düşüncesinde daha çok Klossowski, Baudrillard ve
Deleuze tarafından benimsenen simulakrum kavramı, çeşitli tanımlamaları içeren
bir kimliğe sahiptir. Simulakrumun Deleuze felsefesindeki alımlanışı onun
Nietzsche okuması bağlamında Platonculuğun ters çevrilmesi söylemi üzerinden
bir boyut kazanmıştır. Bu noktada Deleuze’e göre simulakrum kavramı öz-görünüş
ya da model-kopya arasındaki Platoncu ayrımın ve özdeşliğin yıkılarak, yerine
benzemezlik ve farkın getirilmesine imkân tanımaktadır. Nitekim Deleuze’ün, Fark ve Tekrar’da varlık hakkındaki
düşünüşü “varlığın tek anlamlılığı” üzerine kuruludur. Deleuze, varlığın tek
anlamlılığı meselesinin yankılarını Parmenides ve Aristoteles ontolojilerinde
–varlığın eşadlılığı konusunda her ne kadar Deleuze’ün Aristoteles’i yanlış
okumuş olabileceğine dair saptamalara rastlansa da- bulmuş olsa da bireyleşme, aktüelleşme ve
virtüel kavramlarını sistemine dâhil etmekle temelde kendi fark ontolojisi
açısından özgünlük ihtiva etmektedir. Deleuze’ün ontolojik kavrayışlarında
vurguladığı bir diğer önemli husus, Plotinos’un Enneadlar’ına referansta
bulunarak şeylerin Bir’den nasıl meydana geldiği ile ilgilidir. Yaratma ve taşmayı öngören geleneksel sudûrcu
açıklamaya göre Aklın Bir’den türemesi eylem kavramını gündeme getirmektedir.
Eylem, aklın kendisine dönmesi ya da temaşa için Bir’e tekrar dönmesi şeklinde
bir üretici harekettir. Bu noktada Deleuzecü ontoloji bu üretmeyi sudûrcu bir
imge olarak taşmadan ziyade diferansiyel
yayılma (differential dispersion) ve virtüelin yeğin aracılığıyla
edimleşmesi ile açıklar. Dolayısıyla Aklın temaşasına üretici ve aktif bir rol
çizer.
Deleuze’ün
Epikurosçu okuması ideaları ve düşünceleri atomlar üzerinden tanımlamaya çalışan
Epikuros’un eidôla teorisi ile
Lucretius’ın simulakra kavramıyla
ilişkisi üzerinden incelenir. Clinamen
öğretisi de göz önüne alınarak düşünüldüğünde atomlar arasındaki sapma ve
sonsuzluğun virtüel oluşu Deleuz’ün Epikuroşçu okumasının ana hatlarını içeren
temel problemlere temas etmektedir. Deleuze’ün kendini tanımlarken kullandığı
ampirist ve postyapısalcı kimliğinin yanında daha çok Epikuros, Lucretius ve
Spinozacı etkilerle şekillenen natüralist kimliği onun özgün bir natüralist
etik anlayış geliştirmesine olanak sağlamıştır. Deleuze’e göre salt bir öğreti
olmanın ötesinde kederi yenmek için varolan natüralizm aynı zamanda yaşama
karşı bir olumlama felsefesi tesis etme görevi de üstenir. Dolayısıyla
Deleuzecü etiğin asıl görevi, natüralizmin yardımı ile fiziksel acı ve
ıstıraplara karşı “kendilik terbiyesi” geliştirmek ve nihai aşama olarak ise bu
felsefeyi yaşam pratiklerine yansıtmaktır.
Deleuze’ün
Stoacı bir ilke olarak J. Bousquet’ten alıntıladığı “Yaram benden önce vardı, ben
onları bedenime taşımak için doğmuşum” ifadesi Deleuze ve Stoa ilişkisinin
kavranabilmesi açısından önemli bir ipucudur. Deleuze’ün Stoacı felsefe ile
olan bağı bilhassa 1968’de yayımlanan Anlamın
Mantığı kitabında açığa çıkar. Deleuze’ün anlamın ontolojine dair
soruşturması onu bizzat Stoacı felsefeye sevk etmektedir. Dolayısıyla Stoa
fiziğinden bağımsız düşünülemeyen Stoacı etik Deleuze’ün kendi etik anlayışının
üzerinde de belirleyici olmuştur. Stoacı etiğin fiziksel ve mantıksal kutbuna
dair ayrımdan hareket eden Deleuze daha çok mantıksal yönün üzerinde dururken
olayların istenmesi ile ilgilenir. Ona göre olanı kabul ederek kadere rıza
gösterme bir bakıma “isteme etiği” şeklinde tezahür eder. Deleuze daha
sonrasında bu Stoacı isteme etiğini Nietzscheci “amor fati” kavramı ile birlikte düşünür. Amor fati ve hınç bize başımıza
gelene razı olmak ya da başımıza gelene karşı hor görme yönünde iki ayrı tavır sunar.
Deleuze’e göre başımıza gelen tüm kötü durumlardan kaçmak için ebedi bir kozmik
şimdiye ihtiyaç duymaktayız. Buradaki ebedi şimdi anlayışı Deleuze’ün Stoacı
köklere sahip zaman mefhumu olan aiôn
ve chronos’tan ileri gelmektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder